Aşağıda giriş bölümü metin olarak eklenen, tamamı pdf formatında sunulan bu makale, Burhanettin Duran ve Nuh Yılmaz tarafından yazılmış, SETA Yayınları tarafından yayınlanan Türk Dış Politikası Yıllığı 2011 kitabı için kaleme alınmıştır. Atıfta bulunmak için makelenin künyesi şöyledir:
Burhanettin Duran ve Nuh Yılmaz, “Ortadoğu’da Modellerin Rekabeti: Arap Baharı’ndan Sonra Yeni Güç Dengeleri” Türk Dış Politikası Yıllığı 2011 Der. B. Duran, K. İnat ve A.R. Usul, SETA Yayınları XIV, I. Baskı : Kasım 2012, ANKARA. Sayfa: 15-86.
Makalenin tamamına ulaşmak aşağıdaki linke tıklayınız.
Giriş:
Arap Baharı’nın başladığı Tunus ve ardından devam ettiği Mısır’da otoriter yönetimlerin devrilerek demokratikleşme sürecine girilmesi “üçüncü demokratikleşme dalgasının” nihayet Ortadoğu ve Kuzey Afrika başkentlerini de vurduğunu düşündürmüştür.[i] Libya’da M. Kaddafi yönetiminin ancak uluslararası müdahale ile değiştirilebilmesi, Bahreyn’de protestoların kanlı bir şekilde bastırılması, Yemen’de Salih’in cumhurbaşkanlığını bırakması karşılığında geçiş döneminin yardımcısının ve eski rejimin unsurları tarafından yönetiliyor olması, Suriye’de iç savaşın yaşanıyor olması otoriter yönetimlerden demokrasiye geçiş sürecinin düzçizgisel olmadığını ve “domino etkisi teorisi” ile açıklanamayacağını göstermektedir.[ii]Arap Baharının neden “domino etkisi” üretmediği sorusu önümüzdeki yıllarda da araştırmacıların cevap aradığı sorulardan birisi olacaktır. Bu soruya verilen muhtelif cevaplar protestocular gibi otoriter liderlerin de isyanlarla nasıl başa çıkabileceğini öğrendiğinden,[iii] Tunus ve Mısır’dakinin aksine diğer ülkelerde orduların isyanlara katılmadığına,[iv] Neo-Memluk Baasçı yapıların siyasi meşruiyetinin Körfez Monarşilerinin meşruiyetinden farklı olduğundan,[v] Körfez Monarşilerinin çeşitli ekonomik tedbirleri başarılı bir şekilde uyguladığına,[vi] mezhepçiliğin siyasi araç olarak kullanılmasının tek bir isyancı cephe oluşmasını engellediğine[vii] kadar bir çok açıklamayı içermektedir.
Tüm bunların yanı sıra, bölgede yaşananlar, geleneksel ittifakların bozulduğunu, değişen dengeler üzerinden bölgede yeni bir düzenin kurulmakta olduğunu net bir şekilde gözler önüne sermektedir. Arap Baharının getirdiği değişim dalgası Ortadoğu bölgesel sisteminin sorunlarının ve konularının aslında hem ne kadar uluslararasılaştığını hem de ne kadar birbiriyle etkileşime açık olduğunu göstermiştir. 2001 Afganistan ve 2003 Irak’ın işgali ile başlayan, İran’ın bölgedeki iki önemli rakibini, Taliban ve Saddam Hüseyin’i iktidardan uzaklaştırarak İran’ın yükselişine yol açan süreç ile ortaya çıkan, Ürdün Kralı Abdullah’ın 2004 yılında “Şii Hilali” tanımlaması ile popülerleşen gelişmeler Körfez’i Akdeniz’e bağlarken Tunus ve Mısır devrimleri de Kuzey Afrika’yı hem Akdeniz’e ve hem de Körfez’e bağlamıştır.[viii] Yine 11 Eylül 2001’den sonra Türkiye ve İran gibi Arap olmayan unsurların Ortadoğu siyasetinde etkili aktörler olarak öne çıkması Arap devrimleri ile moral açıdan toparlanan Arap halklarının hareketlenmesi ile yeniden dengelenmeye doğru yönelmiştir.
Bu makalenin amacı Arap baharı ile birlikte Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da değişen güç dengelerini bu bölgenin dört önemli ülkesinin (İran, Suudi Arabistan, Türkiye ve Mısır) temsil ettiği modeller üzerinden, bölgede etkili İsrail ve ABD’nin bölge siyasetlerini de göz önüne alarak okumaktır. Ana vurgu, Arap Baharı’nın ardından tebellür eden bölgesel güçlerin temsil ettiği modellerin kendi aralarındaki güç mücadelesine nasıl etki ettiğine ve bölgede oluşan yeni stratejik dizilim ve buna bağlı güvenlik mimarisine nasıl bir katkı sağladığına yapılacaktır. Bu nedenle, cevaplandırılması gereken soru bölgedeki halkların hangi modelleri takip edeceği değildir. Asıl soru hangi bölgesel güçlerin hangi model iddialarıyla ve hangi yumuşak/sert güç enstrümanlarıyla bölgesel güç rekabetine katılacağıdır. Ayrıca bu bağlamda, Arap Baharı sonrası sahip olabileceği potansiyel gücü ile Mısır özelinde Arap uyanışının geleceğine yönelik olası yeni bir siyasetin (bir modelin) parametrelerini de tartışmak amaçlanmıştır.
Makalenin ana argümanı bu bölgenin geleceğinin Türkiye, İran ve Suudi Arabistan’ın temsil ettiği üç model ülkenin hem birbirleriyle hem de İsrail (bölgesel öteki) ve ABD’yle (global öteki) ilişkilerinin ortaya çıkaracağı etkileşim ve denklemlerle belirleneceğidir. Aslında bu üç model bölgedeki düzen konusunda birbiriyle yarışan farklı üç siyaset tarzına dayanmaktadır. İran modeli, kendisini ABD, İsrail, emperyalizm ve Batı karşıtlığı temelinde kurmakta, bölgesel sorunlardaki pozisyonunu böyle meşrulaştırmaktadır. Bu temelde bölgedeki kendi aleyhine statükonun radikal değişimini hedeflerken, lehine gelişebilecek durumlarda da pragmatik politikalar sergilemektedir. İran modeli bu strateji çerçevesinde teo-politik[ix] bir siyasetle meşruiyet sorununu çözmeye çalışırken, mezhepçi (Şiici) ve kutuplaştırıcı bir mahiyet arzetmektedir. Buna karşılık Suudi Arabistan kendi bölgesel vizyonunu Sünnilik ve İslam’ın muhafazası (Hadımül Haremeyn) üzerinden meşrulaştırmakta, statüko yanlısı, reform karşıtı otoriter bir modele işaret etmekte ve yine teo-politik bir yönelimle mezhepçi (Sünnici) bir karakter ve kutuplaştırıcı bir siyaset sergilemektedir. Bu tarz siyasetle her iki ülke de bölge siyasetini güvensizleştirmekte ve çatışma potansiyelleri temelinde ABD ve Rusya gibi bölge dışı aktörlerin bölgesel düzene müdahalesini kolaylaştırmakta, dahası teşvik etmektedir. Suudi Arabistan’daki Vahhabi rejimi daha radikal bir Selefilikten (sağ) muhalefet görürken İran rejimi daha ılımlı ve liberal (sol) bir muhalefetle karşı karşıyadır. Bu durum bir yandan İran modernleşmesinin 20. Yüzyılın başından bugüne yaşadığı dönüşüme ve siyasal kültüründeki demokratik ve liberal geleneğe işaret ederken diğer yandan Suudi Arabistan’ın stratejik çıkarlarını ABD ile tanımlarken dönüşmeyen otoriter siyasal kültür geleneğini göstermektedir.[x]
Bu iki modelin yanı sıra son on yılda Türkiye’nin ekonomik kalkınma ve dış politika performansının yükselmesi ile birlikte popülerleşen Türkiye modeli ise ekonomik entegrasyon ve diplomatik uzlaşma ile bölgesel sorunları çözmeye çalışan, statükoyu bozmayı değil tedricen dönüştürmeyi hedeflemektedir. Bölgede kutuplaşmayı ve mezhepçiliği öne çıkaran teo-politik bir çizgi yerine siyasal teolojisini çoğulculuk üzerine kuran bir siyaset tarzını tercih etmektedir. Bu model demokratikleşme ve istikrar arasında hassas bir denge oluşturarak bölgesel düzenin, bölgenin kendi tarihsel ve toplumsal dinamikleri temelinde yeniden kurulabileceğine inanmaktadır.
Henüz nereye gideceği konusunda şüphelerin olduğu Arap Dünyası’nın lideri olma potansiyelini taşıyan Mısır’ın şekillendireceği tecrübe/model ise yeni oluşan bölgesel düzenin kritik bir unsurunu, dördüncü bir güç merkezi olarak Arap modelini tamamlayacaktır. Tahrir devriminin Arap dünyasında isyanların yaygınlaşmasındaki hızlandırıcı etkisi Mısır’ın henüz süreç tamamlanmadan bile ne kadar etkili olabileceğini göstermektedir.[xi] Aynı şekilde Müslüman Kardeşlerin adayı olan Muhammed Mursi’nin Mısır’ın yeni cumhurbaşkanı seçilmesi de İslam dünyasında modernite, Batıyla yüzleşme ve demokrasi konularında yeni bir sentezleme tartışmasına başlatabilecek bir mahiyete sahip olabilir.[xii] Tahrir devrimini yorumlarken Fred Dallmayr Batı modernitesine İslam dünyasının üç devrimle cevap verdiğini vurgular: Kemalist seküler devrim, İran İslam devrimi ve Mısır demokratik devrimi. Tahrir devriminin din ve siyaset ilişkisinde Kemalizmin laiklik ile İran devriminin ise teokrasi ile ürettiği sıkıntıları çözecek alternatif demokratik model olduğu görüşündedir. Kemalist modelde din kamusal alandan tasfiye edilirken İran modelinde din kamusal alanı fethetmiştir. Yeni Mısır modelinin ise ne İslam’ı kamusal alandan kovarak ne de kamusal alanı fethetmesine müsaade ederek İslam ile demokrasi arasında uygun bir uzlaşma üreteceği kanaatindedir.[xiii] Bu anlamda Mısır “modeli” de bahsedilen üç modelden olumlu ve olumsuz anlamda öğrenilenler ve onlarla geliştirilen ilişkiler üzerinden şekillenecek gibi gözükmektedir.[xiv]
Bölgede yıkılan statükoya İsrail’in vereceği tepki, ABD’nin (demokrasi promosyonu ve özgürlük gündemi politikaları bağlamında) demokrasi ihracı, bölgedeki otoriter müttefiklerinin korunması ve İsrail’in güvenliği denkleminde üreteceği politikalar da kuşkusuz yeni bölgesel düzenin mimarisinde kritik öneme sahip olacaktır. Öncelikle Arap Baharının bölgenin tarihsel kırılma dönemleri açısından nerde durduğuna yeni düzen arayışı ve model bağlamında odaklanmak yerinde olacaktır.
[i] Diktatörlerin art arda devrileceği beklentisi ile 1989’daki Üçüncü Dalgaya benzetilen bu sürecin, beklendiği gibi gelişmediğini belirten Larry Diamond, bu sürecin Dördüncü dalga olarak ta görülemeyeceğini ve mevcut risklerle demokratikleşme fırsatının hızla yitirilebileceğini söylemektedir. Larry Diamond, “A Fourth Wave or False Start?,” Foreign Affairs, 22 Mayıs 2011, http://www.foreignaffairs.com/articles/67862/larry-diamond/a-fourth-wave-or-false-start. Benzer şekilde R. Springborg da Arap Baharıyla birlikte yaşananların 1989 devrimlerinden çok, Avrupa’yı sarsan, kısa vadede otoriter rejimlere alan açarak başarısız olan, ancak etkisi daha sonra görülen 1848 devrimlerine benzetmektedir. Robert Springborg, “Whither the Arab Spring? 1989 or 1848?,” The International Spectator Cilt 46, no. 3 (2011), s. 7. G. Lawson da 1848 fikrine katılarak, Arap Baharının etkisinin uzun vadede görüleceğini savunmaktadır George Lawson, After the Arab Spring: Power Shift in the Middle East?: The Arab Uprisings: Revolution or Protests?, LSE Ideas, Mayıs 2012, s. 16, http://www2.lse.ac.uk/IDEAS/Home.aspx.
[ii] Domino Etkisi Teorisi Uluslararası İlişkiler literatüründe realizmin en eski ve hâlen en çok itibar edilen kavramlarından biridir. Kenneth N. Waltz, Theory of International Politics, 1st ed. (McGraw-Hill, 1979). Stephen M. Walt, “Alliance Formation and the Balance of World Power,” International Security Cilt 9, no. 4 (1985), ss. 3–43. Hatta öyle ki Jack Snyder ABD’nin 1945 sonrası bu kavram etrafında iki savaş yaptığını yazar. Jack Snyder, “Introduction,” Dominoes and Bandwagons: Strategic Beliefs and Great Power Competition in the Eurasian Rimland içinde, Robert Jervis and Jack Snyder (editörler) (Oxford University Press, USA, 1991), s. 3. Robert Jervis, domino etkisi beklentisinin bir coğrafi bölge ya da kaynaklara ulaşılma ihtimali ile ilişkili olduğunu söyler. Eğer düşen devlet büyük ve önemli ise, yaratacağı domino etkisinin daha büyük olması beklenir Robert Jervis, “Domino Beliefs and Strategic Behavior,” Dominoes and Bandwagons: Strategic Beliefs and Great Power Competition in the Eurasian Rimland içinde, Robert Jervis and Jack Snyder (editörler) (Oxford University Press, USA, 1991), s. 40. Eğer bir devletin yenilgisinin büyük ve önemli sonuçlar doğuracağı düşünülüyorsa, nispeten küçük tehditler bile henüz oluşmadan engellenmeye çalışılır Robert Jervis, “Realism, Game Theory, and Cooperation,” World Politics Cilt 40, no. 03 (1988), s. 333. Bu nedenle Arap Baharı’nın Dördüncü Dalga olma beklentisi, özellikle Mısır’da Mübarek’in gidişinden sonra ‘domino etkisi’ şeklinde yorumlandı. Diamond’ın Dördüncü Dalga’dan umudunu kesmesi, değişimin ‘domino etkisi’ yaratma umudunun sona ermesi anlamına gelir.
[iii] Steven Heydemann and Reinoud Leenders, “Authoritarian Learning and Authoritarian Resilience: Regime Responses to the ‘Arab Awakening’,” Globalizations Cilt 8, no. 5 (2011), s. 648.
[iv] Nikki R. Keddie, “Arab and Iranian Revolts 1979–2011: Influences or Similar Causes?,” International Journal of Middle East Studies Cilt 44, no. 01 (2012), s. 150. Ewan Stein, After the Arab Spring: Power Shift in the Middle East?: Revolutionary Egypt: Promises and Perils, LSE Ideas, May 2012, 24, http://www2.lse.ac.uk/IDEAS/Home.aspx.
[v] Richard W. Bulliet, “Neo-Mamluk Legitimacy and the Arab Spring,” Middle East Law and Governance Cilt 3, no. 1–2 (2011), ss. 60–67.
[vi] Mary Ann Tétreault, “The Winter of the Arab Spring in the Gulf Monarchies,” Globalizations Cilt 8, no. 5 (2011), s. 631.
[vii] Madawi Al-Rasheed, “Sectarianism as Counter-Revolution: Saudi Responses to the Arab Spring,” Studies in Ethnicity and Nationalism Cilt 11, no. 3 (2011), ss. 513–526.
[viii] Cole Juan, “A ‘Shiite Crescent’? The Regional Impact of the Iraq War,” Current History: A Journal of Contemporary World Affairs, no. 687 (2006), ss. 20–26. Juan Cole et al., ““A Shia Crescent: What Fallout for the United States?,” Middle East Policy Cilt 12, no. 4 (2005), ss. 1–27. Tétreault, “The Winter of the Arab Spring in the Gulf Monarchies”; Ali Parchami, “The Arab Spring: The View from Tehran,” Contemporary Politics Cilt 18, no. 1 (2012), ss. 35–52.
[ix] Bu makalede “Teo-politik” kavramını siyasal teoloji kavramına tercih ettik. Zira siyasal teoloji, teolojik inançların sekülerleşmiş hallerinin siyasal teori vasıtasıyla yeniden siyasete dahil olmasıyla ilişkilidir. Siyasal teoloji bu haliyle dini formları kullanan ancak seküler olan bir siyaset teorisine dayanır Carl Schmitt, Political Theology: Four Chapters on the Concept of Sovereignty, ed. George Schwab (University of Chicago Press, 1985), s. 36. Oysa bu örneklerde yaşadığımız, bizim ‘teo-politik’ olarak siyasetin siyasette aldığı formdan öte, teolojik formların siyasetin kendisi haline gelmesi, yani siyasetin dinselleştirilmesidir.
[x] Mohammed Ayoob, The Many Faces of Political Islam, The University of Michigan Press, 2008, s. 56.
[xi] Roger Owen Arap dünyasındaki askeri darbeler, Devrim Komuta Konseyleri, devrimci pratikler gibi geleneklerin Cemal Abdünnasır’ın Mısır’ından çıkıp Cezayir, Irak, Sudan, Yemen ve Suriye’yi çok kısa bir sürede etkisi altına aldığını hatırlatarak Tahrir’in de benzer bir etkide bulunduğunu öne sürmektedir Roger Owen, “The Arab ‘Demonstration’ Effect and the Revival of Arab Unity in the Arab Spring,” Contemporary Arab Affairs Cilt 5, no. 3 (2012), s. 374.
[xii] Arap Baharı ile İslam ve demokrasi arasındaki ilişkinin yeni baştan yazılacağını, İslamcıların siyasal hayata katılarak dönüşeceklerini ve bunun demokratikleşme için olumlu ve vazgeçilmez olduğunu savunan çalışmalar için bakınız Nathan J. Brown et al., The Emerging Order in the Middle East (Washington, DC: Carnegie Endowment for International Peace, Mayıs 2012), http://carnegieendowment.org/2012/05/24/emerging-order-in-middle-east/awff#. Katerina Dalacoura, “The 2011 Uprisings in the Arab Middle East: Political Change and Geopolitical Implications,” International Affairs Cilt 88, no. 1 (2012), s. 75.
[xiii] Dallmayr’ın analizinde oldukça önemli noktalar olmasına rağmen, Türkiye’nin son 10 yılda yaşadığı Ak parti tecrübesini Kemalist modelden ayıramadığı ve bu tecrübenin Mısır’da yarattığı gerek sembolik, gerek siyasi gerekse de siyasi desteği göz ardı etttiği not edilmelidir. Model tartışmalarında Türkiye tecrübesinin ihmal edilmesinde Arap Milliyetçiliğinin bakış açısının ne kadar derinden etkili olduğu da gözden kaçırılmamalıdır, Fred Dallmayr “Radical Changes in the Muslim World: Turkey, Iran, Egypt,” Globalizations, Cilt 8, Sayı 5, 2011, s. 640. Türkiye modelinin niteliği, bunun Arap milliyetçiliğinin en etkili ülkesi olan Suriye entelijansiyası üzerinde yarattığı etki için bakınız: Sadik J. Al-Azm, “The ‘Turkish Model’: A View from Damascus,” Turkish Studies Cilt 12, no. 4 (2011), ss. 633–641.
[xiv] Mısır modelinin gidebileceği alternatif yollar ve bunun bölgedeki güç dengesine muhtemel etkileri üzerine bakınız: Nuh Yilmaz and Kadir Üstün, “The Erdoğan Effect,” The Cairo Review of Global Affairs Cilt 1, no. 3 (Fall 2011), ss. 84–94.