Bu yazı 15 Temmuz 2012 tarihli Star Gazetesi Açık Görüş’ye yayınlanmıştır. Yazının pdf kopyası için tıklayınız.
NUH YILMAZ / Marmara Üniversitesi Öğretim Görevlisi
F4 krizinin ardından Suriye’de zaman daha hızlı akmaya başladı. Krizin hemen ardından Türkiye’nin soğukkanlı ve itidalli davranmasının nedenleri de yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Krizi izleyen günlerde yönetime yakın ve sadık askeri biriminin üst düzey generallerinden Manaf Tlass’ın Suriye’den kaçması, ardından Rusya’nın Suriye politikasında muhalefete alan açan adımları, Suriye muhalefetinin muhtemel bir değişim durumunda uygulanabilecek bir ‘ertesi gün’ programını yazması hep birbiriyle ilişkili düşünülmesi gereken gelişmeler. Bunlarla birlikte Suriye’de asıl sorunun artık Esad Yönetimi’nin kalıp kalmaması değil, Esad gittikten sonra ne olacağına odaklanıldığını gösteriyor. Suriye krizine müdahil olan tüm ülkeler kaygılarının giderilmesini, bu konuda garantiler verilmesini istiyor. Hâlen devam eden müzakere görüşmeleri, üretilen tüm komplo teorilerinin aksine Esad sonrasını tasarlamakla ilgili. Müzakerelerden bir anlaşma çıkarsa Suriye’deki durum hızla çözülmeye başlayacaktır.
Manaf Tlass ve iktidar bloku
Suriye Krizi başladığından beri ülkedeki iktidar bloku konusunda farklı ve çoğunlukla da yanlış öngörülerde bulunuldu. Oysa ırk ayrımcılığına dayanmayan her iktidar odağı, farklı grupları eklemlemeden iktidar bloku, ülkeyi yöneten hegemonik bir cephe oluşturamaz. Bu açıdan Esad rejimine destek veren Sünniler ısrarla görmezden gelindi. Oysa rejimin çözülmesindeki en önemli unsur önce bu Sünnilerin varlığının kabulü, arından da bu Sünnilerin iktidara desteğinin azalması ya da ortadan kalkmasıydı. Kasım ayında mevcut iktidar blokunu analiz ederken Sünnilerle rejim ilişkisini “iktidar blokuna dahil olan Sünni orta sınıf ile sivil ve askeri bürokrasi de şu an için ayrılma işareti göstermese de, Hür Suriye Ordusu’nun (HSO) güçlenmesi bu kesimi rejimin gözünde şüpheli hale getirecek, tedricen de çözülmesini sağlayacaktır” şeklinde değerlendirmiştim. Babası eski Savunma Bakanı olan, kendisi de iktidar çekirdeğinin uzun süre parçası olmuş Manaf Tlass’ın taraf değiştirmesi işte tam bu blokun dağılmaya başladığını gösteren en önemli işaret.
Tlass’ın zaten bir süredir ev hapsinde tutulduğu, son gelişmeler konusunda söyleyeceklerinin sınırlı olduğu iddiası da göz önüne alınırsa, Tlass’ın taraf değiştirmesinin asıl önemi askeri ve siyasi istihbarattan çok iktidar blokunda yaşanan çatlamayı göstermesidir. Bir başka deyişiyle, Tlass’ın ayrılması rejime Sünni desteğinin giderek azaldığını, rejimin izole olduğunu gösteriyor. Buna mukabil ülkedeki çatışmaların özellikle Tlass’ın aracılığı anlaşma sağlandığı için kontrol altında tutulduğu söylenen Şam’ın bazı mahallelerine ve geleneksel Sünni zenginlerin yaşadığı muhalefete mesafeli olarak bilinen Halep’e taşınması bu konuda rejimin Sünni desteğinin artık tükenmekte olduğunu gösteriyor. Bu gelişmelerde Suriye’ye uygulanan yaptırımlardan etkilenen üst sınıfların rejime mesafe koymasından, Tlass gibi çatışmayı mezhep ekseninden uzaklaştırmaya çalışan isimlerin yabancılaştırılması da etkili. Tlass ile ilgili bir başka nokta ise rejimin en üst düzeyinde yer alabilen böyle bir ismin çok yakın akrabalarının muhalefet saflarına katılmış olması. Bu da Esadlar için artık Sünnileri iktidar çekirdeğinde tutma imkanının ne kadar daraldığını, giderek tüm Sünnileri düşman görmeye başlayacağını gösteriyor.
Rusya ne yapacak?
Son olarak Tlass’ın ayrılmasının rejime vurduğu bir büyük darbenin de finansal ve lojistik olduğunu kaydetmek gerekir. Tlass’ın kardeşi Firas’ın Dubai’de MAS Company adlı bir şirket üzerinden rejim için para aklayan, Şebiha başta olmak üzere silah alımlarını finanse eden önemli bir silah taciri olduğu ve Manaf’dan daha önce rejimden koptuğu iddia ediliyor. Firas’ın ayrılmasıyla, zaten yaptırımlar nedeniyle finansal açıdan zor durumdaki rejimin, savaşı finanse etme açısından büyük darbe aldığı iddia ediliyor. Son gelişmelerle birlikte gerek Rusya’nın çözüme yakınlaşması, gerekse de Esad’ın çözüm sinyali vermesini bu gelişmelerle birlikte değerlendirmek gerekir. Krizin başından itibaren Suriye konusunda önemi ihmal edilen Rusya şimdi kilit rolde.
Bir kaç hafta öncesine kadar masaya oturmaya yanaşmayan, Rusya’nın son zamanlarda muhalefete yakınlaşmaya çalıştığını görüyoruz. Suriye’de uzun yıllara yayılan siyasi, askeri, mali, dini her türden yatırımı olan İran’ın tersine, Rusya’nın Suriye’ye yaklaşımı tamamen çıkarlarının temini üzerine kuruludur. Bu çıkarlar da en başta silah satışının devamı ve son bir kaç senede yenilenerek ikmal üssünden deniz üssüne çevrilen Tartus’daki tesistir. Bu iki konuda da aslında Suriye muhalefeti Rusya’ya haklarının korunacağı garantisini veriyordu. Ancak Rusya, Libya’da kendisine verilen sözlerin tutulmadığını gerekçe göstererek bu sözleri ciddiye almıyordu. Şimdi Rusya’nın pozisyon değiştirmesi ise bir yönüyle bu çıkarların belli oranda korunacağı garantisi, bir açıdan da Esad’ın artık kaybedeceğini görmüş olmasındandır. Zira Rusya için Suriye’deki en önemli çıkar Ortadoğu siyasetine müdahil olabileceği bir alan olmasıdır. Tartus’daki tesis bu açıdan askeri bir avantajdan ziyade -ki böyle bir katkısı olduğu da açık-, Rusya’ya ayağını sağlam basıp, tüm Doğu Akdeniz ve Ortadoğu’da etkili bir siyaset için aktif olabileceği bir meşru zemin sağlıyordu. Suriye muhalefetinin Esad’a olan tüm kızgınlığını aynı zamanda Rusya’ya da yöneltmesi, Rusya’nın muhtemel bir Esad sonrası durumda her şeyi kaybedebileceğini gösterdi. İşte Rusya’yı harekete geçiren asıl faktör budur: Esad’ların kaybedeceğini görmesi. Bu açıdan Rusya’nın Suriye’ye yeni silah satışına durum düzelene kadar ara vermesi, somut düzeyde hiç bir anlam ifade etmez. Zira zaten Rusya Suriye’ye ciddi miktarda yığınak yapmış durumda. Rusya’nın açıklaması ödemesi ve anlaşması yapılmış silah satışlarını da kapsamıyor. Rusya’nın asıl verdiği mesaj çıkarını Esad’a bağlamadığını muhalefete ve Esad’a göstermesi, yani Esad-sonrasına yatırım yapmasıdır.
Suriye krizinde değerlendirilmesi gereken önemli konulardan biri de muhalefetin durumu. Yakın zamana kadar, Suriye’de Esad’a tepki duyan, buna karşı muhalefetin birlik sağlaması gerektiğini söyleyen ülkelerde bir ağız değişikliği olduğunu söyleyebiliriz. Meşru bir alternatif hükümetin kurulması için, birlik kurulması ilk şart olarak görülüyordu. Özellikle Rusya’nın Esad konusunda değişim sinyali vermesi, Türkiye’nin F4 krizi sonrası her alanda Esad üzerindeki baskıyı arttırması muhalefeti bir anda Esad sonrası Suriye yönetimi konusunda ön plana çıkardı. Bu ani gelişmeler muhalefetle ilgili tartışmayı ‘birleşme’ zemininde, Esad’ın gidişi ile birlikte yaşanabilecek bir kaos durumunun nasıl kontrol altına alınabileceğine çevirdi. Bu açıdan vurgu meşruiyeti öne çıkaran muhalefetin birliği söyleminden, siyasa düzeyine yani Esad sonrası geçişi sağlayabilecek kabiliyetlere sahip olup olmamasına, bu kabiliyetlerin nasıl edinilebileceğine çevrildi. Rusya’nın Suriye muhalefetine kapıları açması, tam da Esad sonrası duruma yatırım yapma kaygısından kaynaklanıyor. Bu çerçevede muhalefetin enerjisini ‘Ertesi Gün’ belgesine, yani Esad’ın gittiği günün ertesinde iktidara gelince yapacaklarını planlamaya ayırması son derece önemli bir gelişmedir. Bundan sonra daha somut sorunların öne çıkacağını, Esad sonrası siyasi gündem, anayasa, siyasi temsil konularının gündeme geleceğini düşünmek şaşırtıcı olmaz. Bu gelişmeler de aslında Esad’ın gitmesi konusunda bir anlaşmaya varılmak üzere olduğunu gösteriyor. Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun yapacakları Rusya ziyaretini de işte bu çerçevede okumak gerekir.
Türkiye ne yapacak?
F4 krizinin neden meydana geldiği, Türkiye’nin tepkisinde neden itidalli davrandığı sorusunun cevabı işte tüm bu gelişmelerde gizli. Rusya’nın Suriye konusunda anlaşmaya en çok yaklaştığı dönemde, bu süreci provoke etmek ve boşa çıkarmak için adım atan Esad rejiminin bu çabası Ankara’nın itidalli yaklaşımı ile boşa çıkarılmıştır. Sürecin son zamanlarda bu kadar hızlanması ise F4 krizi ile birlikte Türkiye’nin gerilimi daha fazla artırıp, Esad yönetimini ‘düşman’ olarak tanımlaması, her açıdan bunaltması ile ilişkilidir. Türkiye’nin stratejisinin Esad’ın gitmesi temeline odaklandığı artık çok açık. Ancak bir yandan da Türkiye Esad sonrası yaşanacak geçiş döneminde kaos ihtimalinin bertaraf edilmesi, halen devam eden iç savaşın topluma yayılmamasını temin edecek adımların peşinde. “Ne olursa olsun Esad gitsin”den bir adım öteye geçerek, Esad sonrasının planlanmasına çalışıyor. Şu anda görülen, Rus desteğinin çekilmesinden sonra Esadların kademeli olarak çekileceği. Ancak Rusya’nın desteğini çekmesine rağmen Esadlar direnmeye, Nusayrilere dayanan bir kurtarılmış bölge oluşturmaya kalkarsa devlet-muhalefet arasındaki savaşın niteliği değişerek toplumlararası bir iç savaşa dönüşme riski taşıyor. Bu da kayıpları artıracağı gibi, tehcir, etnik temizlik hatta soykırıma varacak politikaları gündeme getirebilir.
Toplumlararası bir iç savaşın bölgede yaratacağı on yıllar sürebilecek düşmanlıklar öngörülemeyen sorunlar yaratabilir. Türkiye için bir başka nokta kritik nokta ise Suriye’nin kimyasal ve biyolojik silahları. Suriye’nin niteliği, miktarı ve yeri bilinmeyen, ancak sahip olduğuna dair kuşkunun olmadığı bu silahlar iki açıdan tehlikeli: Bu silahların devlet dışı silahlı gurupların eline geçme ya da silahları eline geçirebilecek bir devletin bunu başka gruplara satma riski. Kendi sınırında terör sorunu yaşayan Türkiye, bu silahların kara borsasının oluşturulmasını ve ticaretinin yapılmasını engellemek için çalışacaktır. Benzer kaygıları ABD ve İsrail’in taşıdığını düşünmek yanlış olmaz. İkinci nokta ise biyolojik ve kimyasal silah arama çabaları. Şu anda Suriye ile ilişkili tüm tarafların bu silahlarla ilgili bilgi peşinde olması Suriye’yi tam anlamıyla bir casuslar savaşının mekanına çeviriyor. Esad sonrası dönemde bu mücadelenin daha da şiddetleneceğini düşünebiliriz. Zira bu silahları ele geçiren aktörlerin, silahları kendisine muarız olarak gördüğü ülkenin düşmanlarına satma riski de yabana atılmamalı. Bu açıdan karşılıklı güvenin sıfırlandığı bir noktada bu mücadele Suriye konusunda farklı bir riski de beraberinde getirecektir. Bu nedenlerle Türkiye önümüzdeki dönemde muhtemelen, 1. Rusya’yı sürece daha fazla angaje ederek, çözüme ortak etmeye çalışacak, 2. İktidar blokunun çözülmesi için hamleler gerçekleştirecek, 3. Esad Yönetimi’nin muhtemel provokasyonlarına gelmecek, 4. Muhalefete geçiş dönemi konusunda yardımı olacak kabiliyetlerin kazandırılmasında etkili olmaya çalışacak, 5. Halihazırdaki iç savaşın toplumlararası savaş haline dönmesini engellemeye çalışacak, 6. Suriye’de Esad-Sonrası oluşacak karanlık noktalar (silah, insan ve uyuşturucu kaçakçılığı gibi) konusunda daha aktif güvenlik politikaları geliştirecek, 7. Suriye’nin konvansiyonel olmayan silahlarının güvenli şekilde bulunup imha edilmesi için çalışacaktır.
Leave a Reply