ABD Türkiye’nin gölgesinde kaldı

Bu yazı 26 Mayıs 2010 tarihli Star gazetesi’nin Açık Görüş ekinde yayınlanmıştır.

Uranyum zenginleştirme anlaşması ile Türkiye ve Brezilya bölgesel güç olma yeteneklerini göstermiş ve rüştlerini ispatlamış oldu. Eğer Amerika Türkiye ve Brezilya ile birlikte hareket etmez ve sertlik yanlısı tavrını sürdürürse, bölgede daha da fazla itibar kaybına uğrayacak, Bush yönetiminin mirası olan meşruiyet krizi daha da derinleşecektir.

Nuh Yılmaz

SETA Washington Direktörü

Dünya bir haftadır Türkiye ile Brezilya’nın aracılık ettiği İran’ın nükleer programı ile ilgili varılan anlaşmayı konuşuyor. Geçen hafta bütün gazetelerin ilk sayfaları bu haberle ve Başbakan Tayyip Erdoğan, İran Cumhurbaşkanı Mahmut Ahmedinecat ve Brezilya Başkanı Lula de Silva’nın elele fotoğrafları ile doluydu. Dünyada tam anlamıyla sürpriz yaratan anlaşma, önce coşku ardından da şaşkınlıkla karşılandı. Başını ABD’nin çektiği BM Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) Batılı üyeleri ve Almanya varılan anlaşmanın çözüm olmadığını söyleyerek yaptırımlar konusunda çalışmaya devam edeceklerini açıkladı. Peki neden bir yandan büyük başarı olarak görülen bu anlaşma, bir yandan da reddediliyor?

17 Mayıs Pazartesi günü Türkiye, Brezilya ve İran tarafından kamuoyuna duyurulan anlaşmanın hemen sonrasında Türkiye’nin uzun zamandır İran üzerine yoğunlaşan diplomasi çabalarının nihayet ilk ciddi meyvesini verdiği yorumları yapılmaya başlanmıştı. Ancak açıklama yapıldıktan hemen sonra, Beyaz Saray’dan pazartesi sabahı yapılan açıklama, varılan anlaşma konusunda oluşacak iyimser havanın çok sürmeyeceğine işaret ediyordu. Beyaz Saray basın sözcüsünün yaptığı açıklama Türkiye ve Brezilya’nın çabalarının takdir edildiği ancak varılan anlaşmanın İran tarafından verilmiş bir sözden ibaret olduğuydu.

Dolayısıyla Amerika İran’ın Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’na (UAEK) yapacağı resmi başvuruyu bekleyip, başvurunun içeriğine göre bu anlaşmayı değerlendirecek idi. Fakat daha da önemlisi Beyaz Saray aynı anda İran’a yaptırımlar konusunda çabalarına devam edeceğini vurguladı. Zira hemen 18 Mayıs Salı günü de Dışişleri Bakanı Clinton yaptırımlar için ellerinde bir metnin bulunduğunu ve Rusya ile Çin’in de Birleşmiş Milletler nezdinde İran aleyhine alınacak bir kararı destekleyeceklerini açıkladı. Şimdiki halde, Amerika Türkiye ve Brezilya’nın son derece ciddi katkılarıyla ulaşılan anlaşmayı çok önemsemiyor gözüküyor ve yaptırımların Birleşmiş Milletler’de kabul edilmesi için ciddi çaba harcayacak gözüküyor.

ABD neden uzlaşmaz?

Bugünkü gelinen noktada Amerika’nın uzlaşmaz tavrıyla ilgili birkaç neden gösterilebilir. Bu sebeplerden en önemlisi İran’ın Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nun (UAEK) Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması’nı (NPT) imzalayan üye ülkelerden beklediği uranyum zenginleştirme sürecinin tam açıklığı ilkesine riayet etmemiş olması. İran ise NPT’ye üye ülkelerin nükleer zenginleştirme haklarının olduğu maddesinin altını çizerek bunu ulusal bir hak olarak gördüğünü ifade ediyor. Buna karşın, Amerika zenginleştirme sürecinin tamamıyla şeffaf bir biçimde olması gerektiğini vurgulayarak, İran’ın yakınlarda ortaya çıkan uluslararası toplumdan gizlediği nükleer tesisten, dolayısıyla İran’ın verdiği sözlere güvenilemeyeceğinden dem vuruyor. İran geçmişte uranyum zenginleştirme sürecinde geçmişte tam açıklık ilkesine riayet etmediği zamanlar oldu. Ancak İran’ın bu tavrında İran’ın iç siyasetindeki çalkalanmalarının önemli bir rolü olduğu yadsınmamalı. Bu anlamda Amerika’nın tezinin ilk maddesi uluslararası topluma karşı İran’ın şeffaflık ilkesine riayet etmemesi olarak özetlenebilir.

‘Dondur dondur’ formülü

İkinci madde ise İran ile halihazırda yapılan anlaşmanın içeriğinin 2009’un Ekim ayında şekillendirilmiş olması. Hatırlanacağı üzere, 2009 Ekim’inde P5+1 tabir edilen ülkeler (BMGK daimi üyeleri ve Almanya) İran’ın nükleer programının durdurulması konusunda İran’a “dondur-dondur” (freeze-freeze) formülüyle somut bir öneride bulunmuşlardı. Buna göre, İran uranyum zenginleştirme faaliyetlerini donduracak bunun karşılığında da İran’a karşı yaptırım çabaları da dondurulacaktı. Bu şekilde, diplomatik çabaların sonuç alabilmesi için zaman kazanılmış olacaktı. İran bu öneriyi uranyum zenginleştirmesinin ulusal bir hakkı olduğunu belirterek reddetti. P5+1 ülkeleri bu sırada aslında İran’a gereksiz ve aceleci bir biçimde İran’ın iç dengelerini gözetmeyerek baskı uyguluyordu. İran henüz yeni seçimlerden çıkmış ve henüz iç dengelerini oturtamamıştı. Bu öneriyi reddeden İran şimdi yeni yaptırımlarla tehdit ediliyordu.

Bunun üzerine UAEK’nın eski başkanı Muhammet El-Baraday’ın hazırladığı, daha çok güven artırıcı bir formül olarak şekillenen uranyum takası gündeme geldi. Bu formüle göre, İran Rusya ve Fransa’ya düşük seviyede zenginleştirilmiş uranyumunu verip yaklaşık bir sene sonra yüksek seviyede zenginleştirilmiş olarak geri alacaktı. Geri aldığı uranyum çubuklarını nükleer silah yapımında kullanılması mümkün olmadığı için uranyum takası karşılıklı güvenin gelişmesi için bir adım teşkil edecekti. Bunun P5+1 açısından anlamı İran’ın nükleer programının yavaşlatılması ve müzakereye daha fazla zaman kalmasıydı. İran için anlamı ise elinde artık tükenmek durumundaki yüzde 20 oranında zenginleştirilmiş ve Tahran Araştırma Laboratuarı’nda kanser hastaları için kullanılan ve artık bitmek üzere olan zenginleştirilmiş uranyum ihtiyacını karşılamaktı. Bu formül de İran’ın Rusya ve Fransa’ya güvenmemesi yüzünden gerçekleşmedi zira İran’ın, geçmişte özellikle Fransa’nın İran mal varlıklarına el koymasından dolayı, uranyumun kendine döneceğinden ciddi kaygıları vardı. Bu başarısız girişimlerden sonra Türkiye İran’la sürekli Amerika’yı da bilgilendirerek diplomatik görüşmeler yapmaya başladı. Türkiye bölge barışı ve istikrarı için İran’a karşı yaptırımların hem etkisiz ve hem de güven zedeleyici olacağını savunarak diplomatik araçların sonuna kadar kullanılması gerektiğini defaatle belirtti.

Türkiye diplomasisi

Epeydir süren görüşmeler İran’ın geçen senenin Ekim ayındaki şartları uranyumun İran’ın güvenebileceği bir ülke olan Türkiye’de kalmasını kabul etmesiyle sonuçlandı. Yapılan anlaşmaya göre İran elindeki düşük seviyede zenginleştirilmiş uranyumun başka bir ülkeye gönderilmesini ilk defa kabul etti. Bunun karşılığında da Türkiye karşılıklı güven tesisi adına verilecek uranyumun İran’ın talebi üzerine İran’a hemen geri verileceğini taahhüt etti. Türkiye El-Baraday’ın önerdiği anlaşmanın temelde ruhunu koruyan ama daha da önemlisi diplomasinin İran konusunda işe yarayabileceğini ispatlayan bir anlaşmanın mimarı olmuş oldu.

Türkiye adına diplomatik bir zafer olarak telakki edilmesi gereken bu anlaşma Amerika tarafından önemsiz gösterilmeye çalışılıyor. Amerika geçen yılın Ekim ayından beri İran’ın uranyum zenginleştirme faaliyetlerinin devam etmesi hasebiyle halen elinde o zamankinden çok daha fazla zenginleştirilmiş uranyum bulunduğunu dolayısıyla İran’ın elindeki uranyumun tamamını bu anlaşmaya dahil etmediğini söylüyor. Bu şekilde, Amerika bu anlaşmanın İran’ın daha önce de sergilediği bir nevi “ayak oyunu” olduğunu savunmakta. Amerika İran’ın ilk defa elindeki uranyumu başka bir ülkeye göndermeyi kabul etmiş olmasının İran için ne kadar önemli bir aşama olduğunu yadsıma eğiliminde görünüyor.

İnisiyatif alan kazanıyor

Türkiye uzun zamandır İran’a yaptırımlar ve silah kullanımı tehditleriyle yaklaşılmasının bölgesel barış ve istikrar için son derece zararlı olduğunu savunmakta. Bu bağlamda yapılan anlaşma Türkiye’nin bölgesel barış için yalnızca bir seyirci olmayıp aktif bir şekilde çaba gösteren ve dikkate alınması gereken önemli bir bölgesel aktör olduğunu gösterdi. Hem Türkiye hem de Brezilya bölgesel güvenliği ilgilendiren konularda bölgesel güç olma yeteneklerini ve bir anlamda rüştlerini ispatlamış oldu. Amerika’nın bölgesel sorunları çözme yeteneğinin ciddi oranda zaafa uğradığı da aşikar olmuştur. Eğer Amerika bu anlamda Türkiye ve Brezilya gibi güçlerle birlikte hareket etmez ve sertlik yanlısı tavrını sürdürürse, bölgede daha da fazla itibar kaybına uğrayıp Bush yönetiminin mirası olan meşruiyet krizi daha da derinleşecektir.

Diğer bir önemli nokta da Türkiye olmaksızın bölgesel sorunların çözümlerinin çok zor olmasıdır. İran örneğinde berraklaştığı üzere, Türkiye bölge ülkelerinin güvenebileceği saygın bir ülke konumuna gelmiştir. Türkiye komşuları tarafından tehdit olarak değil de barış ve istikrar için özellikle güvenlik sorunlarının çözümlenmesinde güvenilir bir ülke olduğunu göstermiştir. Son zamanlarda, Türkiye çıkar ve tehdit üzerine değil karşılıklı saygı ve diplomasi üzerine kurulu bir uluslararası düzenin hararetli bir savunucusu olarak öne çıkmaktadır. Böylelikle, Türkiye inisiyatifini barış ve istikrardan yana kullanarak barış ve adalete dayalı yeni bir küresel düzenin kurulmasında nasıl bir rol oynayabileceğini göstermiştir.

Türkiye sürece Brezilya’yı dahil ederek barışın sağlanması konusunda kazanılacak krediyi paylaşabileceğini göstermiştir. Ülkelerin barış tesisi konularında uluslararası kamuoyunda kendilerine pay çıkarma çabasında oldukları bir uluslararası sistemin varlığı dikkate alındığında, Türkiye’nin iyi niyetli çabaları Brezilya ile de yeni bir işbirliğinin imkanlarını açmıştır. Bu anlamda yeni bir işbirliği alanı olarak Güney Atlantik işbirliği alanının tesis edilmesinin ilk adımları da atılmış oldu. Türkiye ile Brezilya arasındaki İran meselesi minvalinde oluşan işbirliği, Batı’ya karşı skor yapma derdinde olan geçici ve yüzeysel bir paslaşma olmadığını ispat ederek, ciddi içeriğe sahip bir koordinasyon ve yardımlaşmanın temellerini atmıştır.

ABD’nin itibarı zedelenir 

Bu süreç P5+1 tabir edilen ülkeler arasında ciddi bir bütünlük olmadığını göstermiştir. Amerika’nın önümüzdeki Kasım ayındaki senatörlük seçimlerinde belli kesimlerin desteğini kaybetmemek için de ısrar ettiği İran’a karşı yaptırımlar Rusya ve Çin tarafından tabiri caizse “sulandırılmıştır.” Güvenlik Konsey’ine sunulması için çaba harcanan yaptırım paketinden Rusya ve Çin’in isteği üzerine İran’a silah satışının bir kısmı ve enerji ile petrol ticareti yaptırımların dışında bırakılmaktadır. Bundan sonra, Amerika’nın benzer durumlarda Rusya ve Çin’i ikna etme kabiliyeti ciddi bir yara almıştır. Amerika uluslararası kamuoyuna diplomasiye yeterince şans vermediği izlenimini verdiği için, bundan sonra Güvenlik Konsey’inden oybirliğiyle karar çıkarabilmesi daha da zor olacaktır. Bu anlamda Amerika ciddi anlamda güven kaybına uğramıştır.

Özellikle barışçıl amaçlarla uranyum zenginleştirmenin NPT’ye üye ülkelerin bir hakkı olduğu ilkesinin pratikte uygulanmıyor olduğu izlenimi Amerika’nın itibarını zedelemektedir. Dolayısıyla uluslararası anlaşmalarla garanti altına alınmış barışçıl amaçlı uranyum zenginleştirme hakkı konusunda şüpheler doğmuştur. Ayrıca uranyum zenginleştirmesi konusunda koyulan yüzde 20 limiti Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nun koymuş olduğu bir sınır olmamasına rağmen, Amerika’nın bunu şart olarak öne sürmesi de Amerika’nın Birleşmiş Milletler’deki itibarını sarsmaktadır.

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s

Blog at WordPress.com.

Up ↑

%d bloggers like this: