Bu Rapor SETA tarafından 22 Nisan 2011’de “Mısır’da Değişimin Anatomisi” adıyla yayınlanmıştır. Aşağıda ilgili raporun bir bölümünü okuyabilirsiniz:
6. YENİ ORTADOĞU’YA DOĞRU TÜRKİYE MISIR İLİŞKİLERİ
Türkiye Mısır ilişkilerinin ana eksenini bölgesel düzen krizi ve bu krize verilecek cevap oluşturuyor. Krizi çözme arayışında iki ülke arasındaki işbirliği ve rekabet alanları ise Mısır’ın kendi iç siyasi krizinden nasıl çıkacağı, bu süreç sonunda nasıl bir Mısır’ın ortaya çıkacağına bağlı. Bir başka deyişle, Yeni Türkiye tüm bölgedeki siyasi düzeni sarstı. Yeni Mısır ise olumlu ve olumsuz yönleriyle Yeni Ortadoğu’nun alacağı şekli belirleyecek.Türkiye son 10 yılda yaptığı açılımlarla bölgede ABD’nin bıraktığı boşluğu doldururken, Mısır ise aşırı İsrail yanlısı ve ABD politikalarının uygulayıcısı olarak görüldüğü için tedricen zemin kaybetti. Türkiye izlediği ‘dik duruşlu’ politikaların semeresini özellikle Ocak 2009 sonrası Post-Davos Dönemi’ndeki siyasetiyle pekiştirdi. Arap devletleriyle konuşamadığı oranda Arap halkı ile konuşmaya çalışan Türkiye, böylece Ortadoğu’da önemli bir etki alanı oluşturarak, henüz somut politikaya dönüştürülememiş bir cazibe alanı yaratmıştır. Bu cazibenin sınandığı ilk önemli kriz Mısır’da yaşananlar oldu.
Türkiye-Mısır ilişkilerinin geleceğini belirleyecek gelişmeler bu sürecin gelişimi ile doğrudan alakalıdır. Eğer Mısır de¬mokratik bir yol izlerse bunun Türkiye’nin bölgedeki etkisini artırmaya devam edeceği, dahası Türkiye’nin kazanımlarını kalıcılaştıracağı söyleyebilir. İlk bakışta Mısır’ın demokratik, ekonomik ve siyasi olarak güçlü bir şekilde ortaya çıkması bir rekabet ortaya çıkaracakmış gibi görünse de, bu muhtemelen iki tarafı da geliştirecek bir rekabet olacaktır. Mısır’ın aksi yönde hareket etmesi, mevcut askeri etkinliğin kurumsal bir darbeye dönüşmesi ise her açıdan felaket olacaktır. Bu durumda da Türkiye yine Mısır karşısında zemin kazanacaktır. Zira askeri yönetime dayanan bir Mısır içeride İslamcı ve liberal muhalefeti dengelemekle zaman ve enerji kaybedecek, dış politikada ise bölge için liderlik yapma şansı kal¬mayacaktır. Bu da Türkiye’nin işinin zorlaşması ancak cazibe alanının da halen imkan olarak durması demektir. Bunun Türkiye’ye maliyeti ise bölge politikalarında, bölge temelli yaklaşımlar geliştirirken yardım alacağı ya da rol paylaşabile¬ceği bir ortağın olmaması olabilir. Orta vadede kriz idaresi ile kaybedilecek zaman nedeniyle insan kaynağı sorunu ve kalıcı projelerin geliştirilmesi gecikecek, haliyle Yeni Ortadoğu’nun şekillenmesi zor olacaktır.
Eğer Mısır ilk senaryodaki gibi İslamcıları da içeren, iç barışını yakalamış bir ülke olarak ortaya çıkarsa, bu Ortadoğu’daki düzen arayışlarında bölge aktörlerinin daha güçlü bir şekilde politikalara damga vurması anlamına gelecektir. Böyle¬ce bölgeyi tehdit eden krizlerde, örneğini en son Libya örneğinde gördüğümüz gibi, bölge halkının tehdit algısını da gözeten, yerli bir siyasetin ve bölgesel düzenin oluşma imkanı doğacaktır. Aksi ise bölgeye dış güçlerin müdahalesini artıracak, yerli aktörlerin zemin kaybetmesine yol açacak, bölgenin taşeron yapısını güçlendirecektir. Bu nedenle güçlü ve demokratik bir Mısır Türkiye için bölge dinamiklerinin güçlenmesi, yerli bir bölgesel düzen, bölge barışı ve istikrarı anlamına da gelir.
Devrilen Mübarek yönetimi Camp David Düzeni’nin117 varisi olarak bölgede imtiyazlı bir yere sahipti. Mübarek’in Mısır’ı, İsrail’den vizesini almış, Camp David statükosunu sürdürmek için yılda yaklaşık 2 milyar dolar ABD yardımı alan, İsrail-Arap ilişkilerinde İsrail’le Filistin Yönetimi üzerinden normalleşmeyi savunan, bölgesel vizyonunu Amerikan çıkarlarının takibine indirgeyen, kendi halkıyla hem ekonomik hem de siyasal alanda sorunlu bir Mısır’dı.118
Oysa Mısır tarihsel olarak Akdeniz havzasında, Avro-Afro-Avrasya’nın kilit noktalarından birinde, yukarıda çizilen zayıf resmini kaldıramayacak derecede stratejik bir yere sahiptir. Bu öneminden dolayı, Afro-Avrasya’da ne zaman bir stratejik yeniden dizilim olmuşsa Mısır bu sürecin ya baş aktörü ya da en önemli oyuncularından biri olmuştur. Afrika’yı Asya’ya, Akdeniz’i Hint Okyanusu’na bağlayan, deniz yollarını kontrol ettiği gibi Afrika içlerinin su kaynaklarını da kontrol eden bir medeniyet havzası olan Mısır, Mübarek döneminde hak etmediği bir prestij kaybına uğramıştır. Elbette bunun en önemli sebeplerinden biri Nasır sonrası ‘yenilmiş Mısır’ mirasını devralmış olması ve Sedat sonrasının İsrail yüküyle ve ABD yardı¬mıyla yaşamaya çalışmasıdır. Buna bir de tüm Ortadoğu’da İslamcılığın yükselmesi, İslamcı hareketlerin siyasi hareketlere dönüşmesi, Baasçılığın ise zemin kaybetmesi eklenmelidir. Bu süreçte Mübarek rejimi kendi krizini cevap olarak tadil sürecine gireceğine, yumuşak bir Baasçılık ve İslamcılığın bastırılması ile durumu geçiştirmeye çalışmıştır. Bu süreç ise Mısır’ı kendi eliyle tüm bölgesel iddialarından uzaklaştırmış, bölgesel etkisini tedricen yitiren bir ülkeye dönüştürmüştür.
Mısır’ın Mübarek dönemindeki işlevi de buna göre şekillenmişti. Özellikle Madrid Konferansı ile başlayan ve Oslo süreciy¬le devam eden dönem boyunca Filistin Hareketi’nin temsili, Filistin’in haklarının savunulması, İsrail’le belirli düzeylerde müzakere konusunda Mısır’ın son derece önemli görevleri olmuştur. Ancak İkinci İntifada sonrası dönemde katkılarını Filistin halkı lehinde değil, İslamcı muhalefeti dışlamak pahasına Arafat ve daha sonra Abbas lehinde sürdürmesi Mısır’ı bölgenin dinamiğinden ve taleplerinden kopardı. Oslo sürecinde kazandığı krediyi son 10 yılda harcayan Mısır, özellikle Hamas’ın Gazze’de seçimleri kazanmasının ardından başlayan süreçte gerek Refah kapısında yaşananlar, gerek İsrail’in saldırıları karşısında sessiz kalarak Post-Davos Süreci’nin kurbanı haline geldi. Post-Davos sürecinde neredeyse tüm ko¬nularda hem Türkiye ile hem de Gazze Yönetimi ile ters düşen ve ‘partizan’ bir çizgi izleyen Mısır, hızla meşruiyet krizine girdi.
Halihazırda Mısır’da yaşananların kökeninde ekonomik krizden, sivil toplum eylemlerine, sosyal medyadan Cemal Mübarek’in yolsuzluklarına kadar bir çok neden sayılabilir. Ancak herkesin bütün planlarını Mübarek’in ölümü sonrasına yaptığı bir ortamda, Türkiye’nin tüm dengelerini yerinden oynattığı ‘Camp David Düzeni’nin ve bunu müteakip gelişen ‘Davos Duruşu’nun Mübarek’in devrilmesinde önemli bir payı var. Post-Davos siyaseti bölgedeki Baasçı yapıları meşruiyet krizine sokarak, sadece İsrail karşıtlığı ile siyaset yapılamayacağını gösterdi. Demokrasi ile İsrail’i desteklemek arasında sebep-sonuç ilişkisi olmadığını, Batı ile ilişkilerin hem devamlı hem de tutarlı ve onurlu olabileceğini gösterdiği ölçüde de ‘Baasçı’ yapıların temelini sarstı. Şimdi Mısır’la başlayan süreçte tüm Baasçı yapıların teker teker benzer süreçlerden geçtiğine şahit olacağız.
Liderlerin güvenilirlik ve idare yeteneklerine göre bu gelişmeler ‘Yeni Ortadoğu Düzeni’ çerçevesinde şekil alacak. Bazıları iç savaş, bazıları reform, bazıları devrim, bazıları ise demokratik yollarla yönetimi devredecekler. Türkiye’nin en büyük sınavı ise bu dönemde Yeni Ortadoğu Düzeni’nin dilini ve siyasetini oluşturmak, bu süreci izlemek değil yönetmek (Mısır, Libya ve Suriye örneklerindeki gibi), bu sürecin başka aktörler tarafından ele geçirilmesini engellemek olmalıdır. Eğer Türkiye bunları gerçekleştirebilirse Mısır’dan başlayan sürecin çok kısa bir zamanda yeni bir bölge düzenine doğru evi-rilmesinde öncü rol oynayabilecektir.
6.1 Eski Mısır’ın İşlevi
Mısır’da olacaklar çerçevesinde Mısır-Türkiye ilişkileri aynı anda hem ikili, hem bölgesel düzeyde ve hem de küreseldir. Buna göre Mısır’ın Mübarek döneminde kendine atfettiği misyon, Mısır’a biçilen bölgesel rol ve ülkenin küresel düzen açısından anlamı ve değeri şöyle özetlenebilir:
• Camp David Düzeni’nin sürdürülmesi: İsrail’in tek taraflı tanımladığı güvenlik ihtiyaçlarının karşılanmasına meş¬ruiyet üreterek, Filistin’de İsrail’i rahatsız etmeyecek Mahmut Abbas ve Fetih temelli çözümlere destek olmak.
• Ortadoğu’da İslamcılığın alternatif bir siyasi ve entelektüel akım olarak kontrol altında tutulması: Gerek El-Ezher üzerinden gerekse de dini bilginin üretilmesi süreçlerine müdahale ederek İslamcı siyasi hareketleri kontrol etmek.
• Süveyş Kanalı üzerinden Akdeniz-Hint Okyanusu geçişini sağlamak. Bu hem savaş gemilerinin seyri ve bölgeler arası hızlı intikali açısından askeri öneme sahipken, hem de körfezden Avrupa’ya gelen petrol ve doğal gaz yüklü tankerlerin ulaşımı açısından son derece önemlidir. Bu sayede dolaylı olarak hem Avrupa’nın enerji tedarik yolla¬rının çeşitliliği Rusya tekeline karşı korunurken hem de petrol fiyatları kontrol altında tutmak.
• İslamcılığın muhtelif akımlarının giderek Baasçılığa iktidar alternatifi olduğu bölgede, Baasçılığın tasfiyesini en¬gellemek, bu konuda bölgedeki Baasçı rejimlere istihbarat ve terörle mücadele eğitimi ve desteği vermek.
• Bölgede yükselme ihtimali olan İslamcı yönetimlerin kontrol edilmesi: Hem bilgi üretimi, hem Baasçılığın destek¬lenmesine ek olarak İslamcı yönetimlerin iktidara gelme ihtimaline karşı denge görevi yapmak.
• Terörle mücadele: 11 Eylül sonrası El-Kaide’de önemli pozisyonlarda Mısırlıların da olması nedeniyle Mısır ABD için istihbarat konusunda hayati önem kazandı. Ancak Mısır burada durmayarak istihbaratı sağlamanın yanı sıra, Müslüman Kardeşlere karşı rejimi tahkim etmek için terör korkusu yaratarak küresel paranoyayı besledi.
• Doğu Akdeniz’de statükonun korunması: Dünyanın güçlü ordularından Mısır Ordusu’nun Doğu Akdeniz’de Camp David Statükosu’nun bekçilerinden birisi olarak bulunmak ve bu bölgedeki istikrarın önemli ayaklarından biri olmak.
• İran’ın bölgedeki etkisini dengelemek, bu etkinin yayılmasını engellemek. Buna bağlı olarak Ortadoğu’daki dire¬niş çizgisini Camp David Düzeni lehine dengelemek.
• İran’ı çevreleme amaçlı Suudi destekli Sünni hilali planının insan kaynağını, ideolojik desteğini sağlamak ve bu stratejinin destekleyicisi ve sürdürücüsü olmak.
• Arap dünyasının siyasi lideri konumunu koruyarak, bölgedeki cari düzenden rahatsız Arap kamuoyunu kontrol etmek.
• Sudan üzerinden, Afrika siyasetini ve Nil jeopolitiğini kontrol etmek, Afrika içlerinde yapılacak herhangi bir mü¬dahalede kilit rol oynamak. ABD’nin Çin ile yaşadığı Afrika mücadelesinde Mısır’da yaşananlar gerek transit yolla¬rının kontrolü gerekse de genel Afrika siyaseti açısından belirleyici olacak.
6.2 Yeni Mısır
Mısır’da yaşananlar askeri vesayet ve siyasal alanın sınırları yönüyle Türkiye’de son on yılda yaşanan reform sürecine benzetilebilir. Bu nedenle nasıl Yeni Türkiye hem stratejik tercihleri, hem çıkarlarını yeniden tanımlama, hem de ilişkilerini düzenleme noktasında 28 Şubat Düzeni’nden farklı bir profil çizdiyse, Mısır’da yaşananlar da, eğer süreç kontrol edilebi¬lirse Yeni Mısır’la sonuçlanabilir.
Yeni Mısır’ın nasıl bir şekil alacağı siyasete kimlerin ortak olacağı, yönetimin şekli Türkiye’nin bölge politikalarını derin¬den etkileyecektir. Yeni Türkiye de, Erdoğan’ın Mübarek’i istifaya çağıran konuşmasında görüldüğü gibi, eskisinden farklı olarak Yeni Mısır’ın oluşum sürecinde önemli bir rol oynayacaktır. Bu etkileşim bölgede öngörülemeyen gelişmelere de yol açabilir.
Nasıl Bir Mısır?
Şu an itibariyle Mısır’ın önünde başlıca 3 ihtimal olduğunu söyleyebiliriz:
1. Askeri Darbe ve Eski Düzen’in Tadili: Mısır Ordusu’nun gücü göz önüne alındığında bu ihtimal mutlaka akılda tutulmalıdır. Ancak gerek Mısır’ın iç şartları, gerek bölgesel ve küresel şartlar şu an için bu ihtimale fazla şans ta¬nımıyor. Tahrir’de yaşananlardan sonra askeri bir darbe hem çok daha zor hem de çok daha göz önünde olacaktır. Ayrıca Mısır Ordusu halen devam eden ekonomik krizin riskini üzerine almak istemeyeceği gibi, Müslüman Kar¬deşler-Ordu ilişkisinin nerede başlayıp nerede bittiği konusundaki kuşkular darbeye dış destek ihtimalini haliyle darbe ihtimalini azaltıyor.
2. Askeri Vesayet Rejimi: Ordu’yu yapısal olarak görevde tutup, siyasi ve askeri yetkileri bu kurumda bulundurarak, sivil yönetime teknokrat yönetim izni vermek. Türkiye’de Soğuk Savaş döneminde işe yaramış, ancak Yeni Türkiye karşısında direnemeyen bu askeri vesayet rejimi modelinin Mısır’da hala şansı var. Gerekli veto mekanizmaları ve yetki düzenlemeleri ile İslamcı hareketin terbiye edilmesi amaçlı bir geçiş düzeni için bu senaryo gündeme ge¬lebilir. Gündelik hayat ve hayat tarzında serbestlik, ekonomide etki devri, siyaset ve bürokraside ise sıkı kontrole dayanan böylesi bir rejime ilk itiraz etmesi gereken ülkelerden biri Türkiye olmalıdır. Zira böyle bir ihtimal, Camp David Düzeni’nin meşruiyetini yenileyerek, yola devam etmesi demektir. Böyle bir senaryo oldukça mümkün. Ancak bunun için de hem İslamcıların hem de liberallerin bir şekilde razı edilmesi gerekir.
3. Yeni Mısır: Üçüncü ihtimal en zor ancak en mümkün seçenektir. Türkiye için de en makul ve gerekli Mısır şu anda bu gibi gözükmektedir. Siyasal alanda yetki devri, yeni anayasa, bürokratik elitin siyasetten geri çekilmesi gibi temellere oturması gereken Yeni Mısır’ın oluşması, güçlenmesi, bölgesel düzene katkıda bulunması bir kaç yıl ala¬caktır. Ancak Türkiye bu konuda pasif değil aktif bir rol oynayarak, kendi sivilleşme tecrübesini Mısır’la paylaşarak, bu ihtimalin gerçekleşmesi için çalışmalıdır.
Bu açıdan bakıldığında Türkiye’nin stratejik çıkarı, halkının taleplerini dinleyen, hukukun üstünlüğüne dayanan, tüm si¬yasi aktörlerin temsil edildiği, meşruiyet sorununu çözmüş, ekonomik olarak güçlü, demokratik bir Mısır’dır. Türk dış politikası da bir süredir izlediği çizgi ile bölgede ekonomik entegrasyon ve hareket serbestisini hedeflemekte, bu çerçe¬vede siyasi pozisyonları da yerel değil bölge eksenli olarak görmektedir. Mısır’daki yönetimin demokratik bir çerçeveye oturması, istikrarsızlığa neden olacak bir yapının olmaması, sadece Mısır için değil, tüm bölge için hayati önemdedir.
Yeni Ortadoğu’ya Yeni Mısır
Bu açıdan Mısır’da yönetime bağlı olarak Türkiye’nin pozisyonu da değişecektir. İlk iki ihtimale dayanacak baskıcı ve otoriter bir Mısır bölgede sorun yaratacak, İslami hareketlerin normalleşme sürecini uzatacak, Filistin’deki çözümsüzlü¬ğe katkıda bulunacak, mezhep ayrımcılığını destekleyecek, bölgede istikrarı tehdit edecektir. Oysa demokratik bir Yeni Mısır, Yeni Türkiye için bölgede hem rakip hem de en önemli ortak olacaktır. Diğer ihtimallerden ilkinin gerçekleşmesi yukarıda anlatılan politikalarda muhtemelen değişime yol açmayacaktır. İkinci ihtimalde ise yukarıdaki politikaların bir kısmının tadili dışında önemli bir değişiklik olmayacaktır. Asıl olarak üçüncü ihtimalin değişmesi durumunda Mısır’ın ko¬numu radikal değişikliklere uğrayacaktır. Buna göre Yeni Mısır’ın gerçekleşmesi durumunda şu değişiklikler gözlenebilir:
• Camp David Düzeni: Hali hazırdaki statüko sürdürülebilir değildir. Yeni Mısır kendi halkından gelen baskıyla ön¬celikle İsrail karşısında daha sesli bir muhalefet sürdürmek zorunda kalacaktır. Yeni Mısır Fetih taraflı pozisyonunu değiştirdiği takdirde Filistin-İsrail ilişkileri de değişecektir. İhvan’ın parçası olduğu bir Mısır’ın ise Filistin’de Hamas lehinde normalleşmeye katkıda bulunarak, Gazze’deki yönetimin tecridini bitirebilecek, bu harekete katkıda bu¬lunacak, bu da orta vadede İsrail’i barışa zorlayacaktır. Bu gelişmeler Camp David Süreci’nin Filistin lehine tadil edilmesi için baskı yaratacaktır.
• İslamcılığın alternatif bir akım olarak kontrol altında tutulması: El-Ezher üzerinden ideolojik kontrolü sağlanan İslamcılık üzerindeki siyasi baskının hafiflemesi, Mısır İslamcılığından başlamak üzere İslamcı pozisyonların ra¬hatlamasına, çeşitlenmesine ve en önemlisi normalleşmesine alan açacaktır. Uzun süre iktidardan uzaklaşan ve giderek tecritle gelen bir sekterlikle malul İslamcılık, tepkisellikten çıkıp tüm bölge için gerçek ve yönetebilir bir siyasi pozisyon ve alternatif haline gelebilir.
• Baasçılığın tasfiyesi: Baasçı Arap rejimlerinin en önemli dayanağı ve ideolojik merkezi olan Mısır’da bu rejimin devrilmesi bir devri kapatacak, bu da Arap milliyetçiliğinin normalleşmesine, giderek belki daha derin ama daha güçlü bir ılımlı Arap milliyetçiliğinin oluşmasına yol açabilecektir. Bu sürece İslamcıların dahil olması ise bu yeni milliyetçiliğin Türk düşmanlığına evirilmemesi için stratejik bir zorunluluktur.
• Bölgede yükselme ihtimali olan İslamcı yönetimlerin kontrol edilmesi: İslamcılığın normalleşmesi neticesinde, bu işlev ortadan kalkacak, sair Arap ülkelerinde de daha bağımsız ülkelerin ve çeşitli İslamcılık biçimlerinin ortaya çıkma ihtimalini beraberinde getirecektir.
• Doğu Akdeniz’de statükonun korunması: Yeni Mısır’ın İsrail’le gireceği eleştirel ilişki, Doğu Akdeniz’deki askeri dengeyi de değiştirecektir.
• İran’ın bölgedeki etkisini kırmak: İran eksenli gerginlik politikası, İran’ı da içine katan daha farklı bir güçler den¬gesine yol açabilir. İhvan eğer selefi kanadını kontrol ederek iktidar ortağı olabilirse bu bütün güvenlik dengele¬rinin değişmesine, Suudi Arabistan’ın yalnızlaşmasına, Körfez siyasetinin tamamen değişmesine, bölgenin daha bağımsız bir şekil almasına yol açabilir.
• İran’ı çevreleme amaçlı Suudi destekli Sünni planının destekleyicisi ve sürdürücüsü olmak: Bu politika tamamen anlamsızlaşabilir. Böylece bölgedeki mezhep kavgaları yerini gerçek siyasi gerilim ve çıkarlara bırakabilir.
• Arap kamuoyunu kontrol etmek: Mısır bir süredir kaybettiği bölgesel liderlik konusunda daha etkin bir rol oy¬nayarak İslamcı hareketlerin siyasete kazandırılmasında olumlu rol oynayabilir. Bölgede üstlendiği rol ile bazı alanlarda Türkiye’nin alanını daraltırken, aynı zamanda Türkiye’nin bazı sorumluluklarını da paylaşarak Türkiye’yi rahatlatabilir.
• Afrika Derinliği: Yeni Mısır, Sudan üzerinden, Afrika ve Nil jeopolitiğini kontrol etmek, Afrika içlerinde yapılacak herhangi bir müdahalede kilit rol oynayabilir. Güvenlik kaygıları farklılaşmış bir Mısır Sudan’la ilişkisini derinleş¬tirerek hem Sudan’ın uluslararası sisteme katılmasına yardımcı olabilir, hem Çin’in alanını daraltabilir, hem de ABD’nin etkisini sınırlandırabilir. Bölgede liderlik yapabilecek bir Mısır Afrika güçler dengesini derinden sarsarak, Türkiye’nin yarattığı Post-Davos Etkisi’nin benzerini Afrika’da yaratabilir.
Leave a Reply