Bu yazı 14 Eylül 2007’de Star Gazetesi’nde ‘Washington Mektubu’ köşesinde yayınlanmıştır.
Nuh Yılmaz,
Star Gazetesi, Washington Temsilcisi
Washington’ın aylardır kilitlendiği o gün nihayet geldi. ABD’nin Irak Birliklerinin Komutanı General David Petraeus ve Bağdat Büyükelçisi Ryan Crocker, Kongre üyesi İke Skelton’ın deyimiyle “belki de bu yılın en önemli oturumu”nda Irak’ta işgalin gidişatını anlattılar. Beklentilerin aksine oturumlarda ne PKK konusu ne de Türkiye’nin Irak’a ilişkin kaygıları gündeme geldi. Pazartesi ve Salı günü 3 ayrı Kongre oturumunda, Çarşamba günü ise uzun bir basın toplantısında projelerini anlattılar. Şimdi sıra Perşembe gece açıklanacak olan George Bush’un raporuna geldi. Daha sonra konu tekrar Kongre’ye aktarılacak ve yapılacak oylamalarla işgale son şekli verilecek. Toplantının sonuçlarını kısaca özetlersek: Kasım 2006 seçimlerinde işgale son verme sözüyle Kongre’nin her iki kanadında da çoğunluğu geçirerek iktidara ortak olan Demokratlar, ya hemen ya da 6 ay içinde Irak’taki 130.000 ABD askerinin geri çekilmesini istiyordu. Bush’un takviye asker stratejisi ise asker sayısını 168.000’e çıkardı. Petraeus’un teklifi ise şöyle: Eylül sonunda 2000, Aralık ortasında 3500-4000 olmak üzere asker çekilmesi, Temmuz 2008’de kalan toplam asker sayısının 130.000’e düşürülmesi. Daha fazla asker çekilip çekilmeyeceğine ise Mart ayında yapılacak bir oturumda karar verilecek. Kısaca Demokratlar seçim zaferinden 11 ay sonra değil asker çekmeyi, asker sayısının artırılmasını dahi engelleyemediler. Bu yüzden şimdilerde moda olan ‘asker çekiliyor’ ifadelerine biraz temkinli yaklaşmak gerektiği açık. Meclis Başkanı Nancy Pelosi de bu durumun “asker çekme” olarak adlandırılmasını “Amerikan halkının zekasına hakaret” olarak nitelendiriyor.
İŞGAL ARTIK PETRAEUS SAVAŞI
Şimdi sıra Bush’ta. Ulusa Sesleniş konuşmasında kendi takviye asker planını ‘Petraeus Planı’ olarak sunan ve sorumluluğu generale atan Bush, halka dönüp “Petraeus Planı’nı destekliyorum” diyecek. Hatta ABD halkına, duyarlılıklarını anladığını ve paylaştığını ancak generale de kulak vermek gerektiğini, onun talebi üzerine işgale devam edileceğini anlatacak. Devamında ise Petraeus’dan biraz daha sert bir duruşla Bush’un asker çekilme şartlarını ağırlaştıracağı söyleniyor. İşin aktüel kısmına bakılırsa Bush bir kurnazlık yaparak yerlerde sürünen destek ve inandırıcılık oranını iyi hesaplayarak işini Petreaus üzerinden görüyor. Hatta Bush’un savaşı uzatarak sorumluluğu ve çekilme kararını alma sıkıntısını gelecek başkana yaşatma hesabı yaptığı da iddia ediliyor. Her ne kadar Demokrat lider Harry Reid işgali “Başkan’ın Savaşı” olarak adlandırsa da, düne kadar eski Pentagon şefinin adıyla “Rumsfeld savaşı” olarak anılan işgal, şimdi “Petraeus’un Savaşı” oluyor.
GENERALLERİN PARİS HİLTON’I
Kamuoyu yoklamaları halkın başkandan da kongreden de daha fazla Petraeus’a güvendiğini ortaya koyuyor. Hatta bunu medya başarısı olarak gören bazı isimler Petraeus’a “generallerin Paris Hilton’ı” adını bile taktı. Kongre oturumlarında sert duruşu, gülümsemeyen tavrı, hazıroldaki acemi er bakışı, buna karşın son derece yetkin konuşma tarzı, Princeton doktoralı generalin Kongre üyeleri tarafından sıkıştırılmasını ve geri püskürtülmesini engelledi. Elbette Crocker’ın “buzadam” profili de epey yardımcı oldu buna. Nihayetinde Petraeus kendisine Bush tarafından biçilen rolü kabul etti ve bunu hakkıyla da yerine getirdi. Bush’a ve işgale karşı karşı çıkan, çözülmekte olan Senato Cumhuriyetçilerini biraraya getirdi, Demokratların asker çekme planlarını destekleyecek isimleri aksi yönde ikna etti, kısaca işgale uzatma zamanı ekledi. Ancak bu aktüalitenin biraz dışına çıktığımzda asıl değişen şey askerin siyasetteki yeridir.
KONGRE’Yİ KORKUTTU
Kongre’de karşısına aldığı generalleri evire çevire sorgulayan, hakkından gelen senatörler Petraeus karşısında aynı tavrı sergileyemediler. Ancak daha da önemlisi askeri emir alan ve teknik işleri yapan bir devlet memuru konumunda görmeye alışmış olan ABD kamuoyu, Bush’un itelemesiyle siyasi bir planı teknik bir soruna indirgeyerek tartışmaktan da rahatsız. Ancak Irak konusunda gittikçe artan tedirginlik şimdilik bu kaygıların üzerini örtüyor. Patraeus’un tam anlamıyla siyasete bulaşması, kendisini sürekli Roma İmparatorluğu’na benzeten ABD’de “yoksa şimdi de Roma gibi Cumhuriyet’ten Askeri Diktatörlüğe mi geçilecek?” sorusunu akla getiriyor. Son 7 yılda bizim lehimize olmasa da siyasi kararları teknik kararların önüne çıkaran, siyaseti önceleyen Bush şimdi siyasi sorumluluğu bir askere devrederek aslında ateşle oynuyor. Daha önce bir askeri darbe tehlikesi yaşayan ABD’de, Bush’un ABD halkına bırakacağı en kötü miras da galiba bu olacak.
İRAN HEDEF OLUYOR
Irak’taki tehditler arasına PKK’yı göstermelik olarak koyan ve bu konuda herhangi bir teklifte bulunmayan Petraeus ve Crocker, sürekli tehdit olarak İran’ı gösterdiler. ABD’nin çekilmesi halinde ortaya çıkacak boşluğu İran’ın dolduracağını iddia eden ikili, İran’la konuşma ve görüşmelerin beyhude olduğunu, hiçbir işe yaramadığını uzun uzun anlattılar. Aynı şekilde işgale destek konusunda mazeret aradıkları yönündeki eleştirilere cevap veren Dışişleri Bakanı Condi Rice da “Irak’ta kaldığımız için bölgedeki diğer işlerimizi yapamıyoruz” diyerek İran’ı işaret etti. İran konusunda Demokratların da en az Cumhuriyetçiler kadar şahin olduğu, Irak’ın işgaline de çoğunluğunun destek verdiği hatırlanırsa bu artık uzak bir ihtimal değil. Bu çerçevede Washington’da konuşulan senaryolardan biri de ‘Kamboçya senaryosu.’ Daha önce Vietnam’dan çekilirken dikkat dağıtmak için Kamboçya’ya saldıran ABD’nin, şimdi de benzer bir taktikle İran’ı hedef alabileceği konuşuluyor. İran konusu belki de hiç bu kadar ısınmamıştı. Ancak Irak konusunda Kongre’den istediğini alabilirse, Bush’un İran planını biraz daha erteleyebileceği ancak başkanlıkan ayrılana kadar bu konunun rafa kalkmayacağı biliniyor.
Leave a Reply